Big Tech Çağında İfade Özgürlüğü
- Berhan Bayraktaroğlu
- Apr 12, 2021
- 7 min read
Podcast bölümlerimizde tercihim zamana meydan okumasını beklediğim içeriler oluşturabilmek. Bu nedenle günlük geçici gündem konularını işlemeyi pek düşünmüyorum. Ancak nadiren gündeme gelen konular daha temel meseleler hakkında oluyor ve geleceği de ilgilendiriyor. Bu bölümde de böyle olduğunu düşündüğüm bir konuyu ele almak istiyorum. Bu konu da Büyük Teknoloji Şirketleri (Big Tech) Çağında İfade Özgürlüğü konusu. Evet büyük bir konu ve çok tartışmalı bir konu. Belki de bir cevabı da olmayan bir konu. Ben de zaten bu nedenle bu konuyu seçmek istedim. Bu bölümde bu konuyu hepimizin bildiği bir örnek olduğu için Trump vakası üzerinden tartışmaya çalışacağım.
Üniversitede okurken Galatasaray Üniversitesi’nde arada bir Fransız hocalarımız Fransızcamızı geliştirmek için ortaya tartışmalı bir konu atar ve bizleri gruplara ayırıp bizlerden bir konuyu tartışmamızı beklerdi. Bu konular ötenazi hakkı olmalı mı, kürtaja izin verilmeli mi gibi hemen herkesin farklı fikirlerinin olduğu konular olurdu ve bazen aslında konunun hiç de savunmak istemediğimiz tarafında yer almak zorunda kalırdık. Ancak bunun şöyle güzel bir tarafı olduğunu belki o zaman olmasa da aradan geçen zamanda ben daha iyi anlıyorum. Bu da bu tip tartışmaların bir tartışma kültürü vermenin yansıra konuya karşı tarafının gözünden bakmaya ve karşıt görüşü daha iyi anlamaya yol açmasıydı. Böylelikle tartışmalar kendi görüşünü kabul ettirme mücadelesinden çıkıp esas meselenin konuşulduğu bir hale gelirdi. Bugünkü konumuzda da bu yöntemi izlemeye çalışıp konuyu farklı bakış açılarıyla ele almaya çalışacağım.

Öncelikle "Big Tech" dediğimiz kavram nedir? Sorusuyla başlayalım. Big Tech terimi dev teknoloji şirketleri için kullanılıyor. Kim bunlar dersek karşımızda olağan şüpheliler var elbette ki bunlar Google, Facebook, Amazon ve Apple oluyor en başta. Bu dörtlüye de ayrıca özel olarak Big Four da deniliyor veya mahşerin dört atlısı olarak da göndermeler yapılıyor ayrıca. Bu dörtlüye ek olarak Microsoft’un da eklenmesiyle big five gibi listeler de yapılıyor ve son yıllarda özellikle Netflix’in yükselişiyle beraber FAANG terimi yaygınlık kazandı. Yani Facebook, Amazon, Apple, Netflix ve Alphabet. Alphabet dediğimiz ise Google’ın da dahil olduğu ana şirket oluyor. Şimdi bu şirketlerin hepsi zaten tek başlarına çok önemli şirketler ancak bunların etkisine bir de birlikte baktığımızda bu etkinin nasıl bir boyuta ulaştığını daha iyi anlıyoruz. Birkaç örnek verelim en büyük dörtlüden. Örneğin Facebook’un aylık aktif kullanıcı sayısı yaklaşık 2,7 milyar kişi. Çeşitli skandallar yaşanıyor ancak Facebook kullanıcı sayısını arttırmaya devam ediyor. Böyle bir sayıyla tabi facebook çok iyi bir reklam platformu özelliğini korumuş oluyor. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in aynı zamanda Instagram ve Whatsapp’ı da sonradan satın aldığını hatırlatalım. Peki Google’a bakalım çok kısaca. Dünya genelinde arama motoru pazarında Google’ın Pazar payı %92,5. Ve son 10 senede neredeyse hiçbir gerileme yaşamamış. Google’ın ana şirketi Alphabet’in aynı zamanda Youtube’un ve android işletim sisteminin de sahibi olduğunu da belirtelim. Youtube video paylaşım alanında yaklaşık %75 gibi bir Pazar payına sahip. Apple’a bakalım. Apple’ın bu günlerde 2,1 trilyon dolarlık bir piyasa değeri var. Daha 2018 ortasında 1 trilyon doları aşan piyasa değerine sahip ilk şirket olmuştu. O zamandan bugüne büyümesini sürdürüyor. Amerika akıllı telefon pazarında %45 gibi bir Pazar payı var ve dünya genelindeki mobil işletim sistemlerinin de %27’si Apple işletim sistemini kullanıyor. Bu noktada şunu söylemek önemli diye düşünüyorum. Google’a ait android işletim sisteminin pazar payı da %72. Böylelikle aslında dünya genelindeki mobil işletim sistemi pazarı google ve apple tarafından tamamen domine edilmiş durumda. Son olarak da Amazon’a değinelim. Amazon genel olarak bir e-ticaret platformu olarak biliniyor elbette ki ve bu alanda Amerika pazarında %50 Pazar payı olduğu tahmin ediliyor. Ancak buna ek olarak şirketin konumuzla da yakından ilgili olan bir başka faaliyet alanı ise AWS olarak isimlendirilen Amazon Web Hizmetleri alanı. Bu alan da dünya genelinde web sitelerinin ve yazılımların çalışmasının altyapısını oluşturan bulut bilişim hizmetlerini kapsıyor ve bu iş kolunda Amazon’un %31’lik bir Pazar payı var.
Tüm bu rakamların üzerine bir de son olarak dünya genelinde bir internet kullanıcısının günde yaklaşık 2 buçuk saatini sosyal medyada geçirdiğini ekleyelim. Evet böylelikle büyük teknoloji şirketlerinin neden tartışmanın merkezinde olduğu sanırım daha netleşmiştir.
Aslında bir süredir gündemde olan bir konu bu ancak özellikle Trump’ın sosyal medyadan kalıcı olarak menedilmesiyle beraber tartışmalar iyice alevlendi. Kısaca olayları hatırlayacak olursak veya bilmeyen dinleyiciler için bir özet geçecek olursak Trump başta twitter olmak üzere sosyal medyayı son derece aktif olarak kullanan bir başkandı. Bu bakımdan Amerika tarihinde iletişim teknolojilerindeki değişimden faydalanan başkanlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Lincoln’ün telgrafı kullanması, Kennedy’nin televizyonu kullanmasıyla beraber anılabilir. 2016’da Trump’ın başkanlığına giden süreçte de Facebook verilerinin kullanılmasının önemli bir payı olduğu sonradan Cambridge Analytica skandalı sürecinde ortaya çıkmıştı. Bu skandalda Cambridge Analytica isimli bir büyük veri şirketinin Facebook verilerini kullanarak Amerikan seçmenlerinin oy tercihlerini Trump lehine manipüle ettiği ortaya çıkmıştı. Trump tüm başkanlığı sürecinde ana akım medyayı ve sosyal medya platformlarını kendisi aleyhine yalan haberler yapmakla ve bu tip haberleri yaymakla suçlamıştı ve Fake News kavramını da popülerleştirmişti. 2020 seçimlerine giden süreçte ve sonrasında da yine sosyal medya üzerinden birçok tartışmalı iddiada bulundu, seçimlerin çalındığını ve seçimi kaybetmediğini söyledi ve son olarak yeni seçilmiş Başkan Biden’ın resmi olarak başkan ilan edileceği gün olan 6 Ocak 2021’de destekçilerini Washington’da toplanmaya çağırdı ve bu gruptan bir kısım kişi Amerikan Kongresini basarak 5 kişinin öldüğü ve 140 kişinin yaralandığı birtakım olaylar yaşanmasına neden oldu. Bu olaylar sırasında twitter önce başkan Trump’ın hesabını 24 saat süreyle dondurdu ve ardından Trump iki tweet daha atınca kalıcı olarak twitter’dan atıldı. Facebook, Instagram, Snapchat, Youtube, Twitch, Reddit hatta e-ticaret sitesi Shopify bile Trump veya Trump destekçileriyle bağlantılı hesapları platformlarından uzaklaştırdı. Son olarak da özellikle daha sağcı kitlelerin ve Trump destekçilerinin kullandığı bir platform olan Parler isimli uygulamanın çalışma altyapısı Amazon Web Hizmetleri tarafından iptal edildi ve uygulamanın kendisi de Google ve Apple tarafından uygulama marketlerinden kaldırıldı. Böylece uygulama tamamen kullanılamaz hale geldi. Parler’in iddiası da bir platform olarak konuşma özgürlüğü idi.
Ve tüm bu olaylarla beraber yani Amerikan başkanının bile sosyal medyadan menedilmesiyle birlikte Big Tech’in gücünü ve hayatımızı ilgilendiren konulardaki rolünü daha yakından sorgulanmaya başladık. Bu arada aslında Trump’ın twitter’dan kalıcı olarak yasaklanmasına neden olan son iki tweetine tek tek baktığınızda sorun bulmak biraz güç. Örneğin son tweetinde sadece şunu yazmış “Bu konuda soran herkese 20 Ocak’taki yeni başkanın göreve başlama törenine katılmayacağım” Tabi olaylar artık öyle bir noktaya gelmişti ki Twitter yönetimi böyle bir tweetten bile Trump’ın törene katılmayacak olmasının Trump destekçilerini törene bir baskın yapmaya teşvik edebileceği kanısına varmış mesela. Tabi böyle çıkarımlar yapılmaya başlanırsa konu çok başka bir noktaya doğru çekilebilir. Çünkü aslında yapılan şeyin niyet okuma olduğu söylenebilir. Tam tersi şekilde barışçı bir eylem için de bir çağrı yapılabilir ve bu çağrıya katılan birileri şiddet eylemleri yaparsa bu çağrıyı yapan bundan sorumlu olur mu veya onun hesabı da askıya alınır mı gibi cevaplanması zor sorular beliriyor. Örneğin bir polis tarafından boğazına basılarak öldürülen George Floyd protestolarında da büyük olaylar yaşandı, mağazalar yağmalandı ve ölenler ve yaralananlar oldu. Ancak bildiğim kadarıyla bu protesto çağrılarını yapan hesaplar hakkında bir işlem yapılmadı.
Amerikalı düşünür Noam Chomsky’nin yaptıklarınızın öngörülebilir sonuçlarından sorumlusunuzdur şeklinde bir ifadesi var. Chomsky yaptığınız politikanın kimi nasıl etkilediğini düşünmek zorundasınız bu çok önemli demiş seneler önce. Bu tarz bir bakış açısıyla bakınca Trump yasakları daha anlaşılır olabilir. Bir başkan olarak ve sadece Amerika'nın değil dünyanın tamamını etkileyecek güçte bir başkan olarak yaptıklarınız elbette ki çok önemli ancak aslında neyin öngörülebilir olacağını tespit etmek de ayrı bir mesele.

Trump’ın yasaklanmasının ardından Trump’ı desteklemeyen birçok kişi bile bu yasağı ağır bulup eleştirdi. Ve bunun ifade özgürlüğünü engellediğini ve komplo teorilerine inanların ellerini güçlendirecek bir adım olduğunu veya kendilerini ifade edemez hale gelen bu kişilerin daha büyük bir öfke ile daha radikal şeyler yapabileceklerinden bahsettiler. Konunun bu tarafı da ayrı bir tartışma. Çünkü hoşgörünün ne olduğu kimin kime hoşgörü göstereceği ve bunun sınırları da belirsiz. Bu noktada açık toplum savunucularından düşünür Karl Popper’ın hoşgörü paradoksunu göz önüne alabiliriz. Karl Popper hoşgörülü bir toplum hoşgörüsüzlüğü tolere etmeli mi sorusuna hayır yanıtını veriyor ve eğer sınırsız hoşgörü olacak olursa açıkça baskı ve hoşgörüsüzlüğü telkin eden bir hareketin sonuçta diğer hareketleri yok edeceğini belirtiyor ve bu tip hareketlerin hukuk dışı ilan edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun da tarihte birçok örneği söz konusu aslında. İlk akla gelen de Nazi hareketi. Böyle bir açıdan bakıldığında örneğin Trump destekçisi beyaz ırkın üstünlüğünü savunan hareketlerin yeterli güce ulaştıklarında diğer grupların haklarına saygı göstereceğini düşünmek de bir hayli iyimser bir tahmin olurdu sanırım.
Ancak yine temel bir sorun ortada duruyor. Bu sınırları kim çizecek?
İfade özgürlüğü bir devlet düzeyinde düşünüldüğünde haksızlığa uğradığınızı düşünseniz dahi bunun bir yasal çerçevesi oluyor. Elbette ki bu, yasaların doğru ve adil olduğu anlamına gelmeyebilir ancak bu yasalara göre mağunlar özel şirketler ve kimlerin platformlarında olup kimlerin olmayacağına kendileri karar veriyorlar. Twitter Başkan Trump’ı platformdan attığında bir üst twitter mahkemesine başvuramadı Trump. Bu açıdan düşünecek olursak sosyal medyadaki sınırların da yine benzer şekilde devlet tarafından çizilmesi düşünülebilir. Bana göre bu tip bir çözümü dev teknoloji şirketleri de tercih edeceklerdir muhtemelen. Çünkü şu an aslında oldukça sorunlu ve sevimsiz bir durumla karşı karşıyalar. Neyin yasak olup olmadığına karar vermeleri gerekiyor ve ne yapsalar da kendilerini beğendiremiyorlar. Şiddet çağrılarına göz yumulduğunu söyleyen gruplar bir tarafta ifade özgürlüğünün engellendiğini söyleyen gruplar ise diğer tarafta. Nasıl bir karar verirlerse versinler kararlar her zaman tartışmalı gibi görünecek. Bu açıdan sosyal medya şirketleri devletler ile iş birliğine giderek sınırları devletlerin çizmesini pekâlâ isteyebilirler. Böylece de sevimsiz bir karar verme sorumluluğunu üstlerinden atmış olurlar. Örneğin ABD yüksek mahkemesi Trump’ın tweetlerinin şiddet çağrısı içerdiğini söylese ve twitter’dan Trump’ın yasaklamasını istese böyle bir senaryoda twitter'ın sadece bunu yerine getirmiş olarak tartışmalardan kurtulmuş olacağını ve alınan kararın sorgulanması çok daha düşük ölçekte olacağını düşünüyorum. Ancak bu çözümün beraberinde getirdiği pek çok başka sorun da hemen aklıma geliyor. Totaliter bir devlette sosyal medya özgür düşüncenin çok daha rahat ifade edilebildiği bir mecra. Burasını da devlet kontrolüne verdiğiniz zaman totaliter yapının burayı da baskılayacağı açık. Bir başka konu ise böyle bir iş birliğinin olabilmesi için dev teknoloji şirketlerinin bazı güçlerinden vazgeçmeleri gerektiği gerçeği. Bunu yapmak isterler mi? Bir kez böyle bir adım atıldıktan sonra bunun başka alanlarda devamının da gelmesi yüksek bir olasılık. Ve son olarak da evrensel olarak geçerli kurallar bulmak ne kadar mümkün? Örneğin ABD’de ifade özgürlüğü kapsamına giren bir ifade bir başka ülkede suç olarak değerlendirilebilir. Küresel olarak faaliyet gösteren bu dev şirketler bu tip durumlarda nasıl hareket edecekler?
Böyle düşününce devletin sürece dahil olmasının da aslında beraberinde başka sorunlar doğuracağı ortaya çıkıyor. Peki devletin yerine bunu kim yapabilir? Örneğin süreci insanlardan kurtarmak mümkün mü? Mesela algoritmalar bunu yapabilir mi? Şöyle düşünelim şu anda da algoritmalar paylaşılan verileri denetliyor ve bazı içeriklerden önce kişileri uyarıyorlar. Mesela bu hassas bir içerik veya burada 18 yaş altı için zararlı içerikler var şeklinde etiketliyorlar. Bu tip bir yapay zekâ hangi paylaşımların ifade özgürlüğü kapsamına girip hangisinin girmeyeceğine karar verebilir mi? Teknoloji şirketleri açısından baktığımızda bu tip bir çözüm devlet çözümündeki gibi sorumluluğu üstlerinden atmalarına yardımcı olacak bir çözüm olabilir. Sizi platformdan atmak istemezdik ama maalesef yapay zekâ böyle bir karar verdi şeklinde açıklayabilirler. Ancak biraz önce değindiğimiz sorunların bazıları bence bu tip bir çözümde de halen geçerli. En başta yapay zekâ bu ayrımı doğru yapabilecek mi? Bu tip sistemler öğrenen sistemler ve şu andaki aksayan sistemden öğrenerek ne kadar doğru bir yöne evrilebilecekleri bence hayli tartışmalı. Bir başka aklıma gelen konu da az önceki devlet totaliterizmine benzetecek olursak bu sefer de bir çeşit teknoloji totalitarizmi durumu yaşanması söz konusu olabilir.
Evet benim aklıma gelen çözümler beraberinde yeni sorunlar da getiriyor gibi görünüyor. Belki başta değindiğimiz gibi bir cevap da olmayabilir. Bence önümüzdeki yıllarda Big Tech’in hayatımızdaki etkisini sorgulamaya devam edeceğiz ve bu arada yeni tartışmalı durumlar da olmaya devam edecek. Ben de başka yayınlarda bu konunun farklı boyutlarını işlemeye devam edeceğim.
Umarım dinlerken keyif aldığınız bir yayın olmuştur. Baskaben podcast’i twitter’da takip edip yorumlarınızı bırakabilirsiniz.
Herkese selamlar, bir sonraki yayında görüşmek üzere.
Comments