21.yy Yetkinlikleri
- Berhan Bayraktaroğlu
- Mar 30, 2021
- 6 min read
Updated: Apr 4, 2021
Bu bölümde farkına varmakta zorlandığımız ya da farkına vardığımızda artık yetişmek için geç kalmış hissine kapıldığımız bir konu üzerine sohbet etmek istiyorum. Bu konu da 21.yy. yetkinlikleri. Çalışanlardan neler bekleniyor? Fark yaratan girişimcileri diğerlerinden ayıran ne gibi özellikler ön plana çıkıyor? Bunlardan bahsetmek istiyorum.

Geçen gün Y combinator’un kurucusu Paul Graham’ın twitter’da bir paylaşımına rastladım. Y combinator’u bilmeyenlerimiz için Y Combinator dünyanın en önemli girişim hızlandırma programlarından bir tanesi. Airbnb, Dropbox, Reddit, Stripe gibi fikirlere ve kurucularına çok erken aşamalarda yatırım yapmış bir oluşum. Dolayısıyla böyle bir konuda görüşlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Paul Graham twitinde şu bilgiyi paylaşmış. 60 yaşın altında olup kendi servetini yaratan en zengin 20 amerikalının 17 tanesinin teknik bir eğitimi, teknik bir geçmişi varmış. Teknikten kastettiği de elbette ki bilgisayar bilimleri. Ardından bu tweete çeşitli yorumlar yapılmış ve birinde şöyle denilmiş “bu tweeti gören tüm dünyadan milyonlarca anne baba çocuklarını teknik konulara yönlendirecek” Bunun üzerine Paul Graham ise tekrar bir tweet yazarak şöyle demiş. “Önemli olan bir şeyler yapabilmek/üretebilmek/inşa edebilmek (building) lisede kendi projelerinde çalışmak muhtemelen teknik bir eğitime sahip olmaktan daha iyi bir gösterge” Buradan yola çıkarak 21.yy’da alışık olduğumuz iyi okullardan mezun olma, iyi notlar alma gibi klasik akademik geçmiş kriterlerden daha farklı yetkinliklerin arandığını söyleyebiliriz sanırım.
Bu konuda Uluslararası Gelecek Enstitüsü IFTF her sene bir rapor hazırlıyor. 2020 raporunda 10 ana yetkinlik belirlenmiş. Şimdi bunları kısaca sıralayalım öncelikle. Bu arada birçok kavramın benim bildiğim kadarıyla tam bir Türkçe karşılığı olmadığı için ben Türkçeleştirme çalıştım. Bu nedenle İngilizcesiyle beraber söylemek daha iyi olabilir.
Birinci yetkinlik: Sense-Making- Anlam kazandırma ve sorgulayıcı düşünme
İkinci yetkinlik: Social Intelligence – Sosyal Zekâ
Üçüncü yetkinlik: Novel & Adaptive Thinking- Farklı ve durumsal düşünebilme veya adaptasyon
Dördüncü yetkinlik: Cross Cultural Competency – Kültürler arası çalışabilme
Beşinci yetkinlik: Computational Thinking - Veriyi soyut kavramlara dönüştürme veya veri temelli akıl yürütme
Altıncı yetkinlik: New Media Literacy : Yeni Medya Okuryazarlığı
Yedinci yetkinlik: Transdisciplinarity - Disiplinler arası çalışabilme veya disiplinler ötesi olmak
Sekizinci yetkinlik: Design Mindset : Dizayn Odaklı Yaklaşım
Dokuzuncu yetkinlik: Cognitive Load Management- Bilişsel Yük Yönetimi Yapabilmek
Onuncu yetkinlik: Virtual Collaboration- Sanal işbirliklerine uyumlu olmak
Evet on temel yetkinlik bunlar. Bu yetkinliklerin bazılarının üzerinde ayrıca durmak istiyorum ancak öncelikle bir başka soruyu soralım. Peki neden bu yetkinlikler aranıyor?
Ben bir bütün olarak bu yetkinliklere baktığımda ilk aklıma gelen şu anda insanların yaptıkları birçok işi makinelerin devralmaya başladıkları bir dönemle uyumlu yetkinliklerin aranmakta olduğunu anlıyorum. Bir bakıma akıllı makine ve sistemlerin yükselişi. Hemen bununla ilgili bir başka gelişme de sensörler ve artan işlemci gücü sayesinde dünyanın bir bilişim dünyasına dönüşmesi. Ancak değişim sadece bununla sınırlı değil. Başka sürükleyici gelişmeler de var arka planda. Mesela insan hayatının uzaması. Öyle ki 2025’te 60 yaşın üzerindeki Amerikalıların sayısının %70 oranında artması bekleniyor. Bu da elbette şu an için emeklilik yaşı gibi görünen yaşların yakı gelecekte aktif çalışılacak yaşlara dönüşecek olması anlamına geliyor ve bu da beraberinde uzayan bir kariyer demek. Öyle ki muhtemelen bu kariyer de tek bir kariyerle sınırlı olmayacak ve farklı alanlarda birkaç kariyer yapmak söz konusu olacak.

Bir diğer olgu ise yeni medya ekosistemi. Yani yüzyıllardır süregelen yazılı medyanın yerini herkesin üretebildiği çoklu medyanın alması şeklinde çok kısaca özetleyebiliriz sanırım. Bunun da beraberinde getirdiği gerçeğin ve doğrunun ne olduğunun muğlaklaşması ve aynı olayın çok başka yorumlarının yapılabilmesi gibi olgular var. Yine yeni medya içerisinde online çevrimiçi itibar yönetimi de bir başka olgu. Türkiye’de ve dünyada saygı duyulan onlarca kişinin yeni medyada bu saygınlıklarını nasıl yitirdiklerine sıklıkla tank oluyoruz.
Bir başka olgu organizasyon ötesi yapılar. Ne demek istiyorum? Bir kurumun sadece kendi sınırlarıyla ve kaynaklarıyla değil kurum dışı kaynakları da içine katarak üretim yapması ve değer üretmesi. Bunun en görünür hallerinden biri açık eğitim platformları elbette.
Son olarak ise küresel olarak bağlantılı bir dünya gerçeği var.
Bu sürükleyici güçlerle birlikte düşündüğümüzde saydığımız yetkinliklerin daha çok anlam kazanmaya başladığını söyleyebiliriz bence. Neredeyse her şeyin bir ölçüde programlanabilir hale gelmesiyle beraber ve sonsuz miktarda veriyle çalışmak durumunda kaldığımızda makinelere kıyasla insani üstünlüklerin ön plana çıkması akla yatkın görünüyor. Böyle bir ortamda gereksiz veriyi filtreleyerek bilişsel yükü azaltabilmek veya çok hızlı yaşanan gelişmelere karşı aynı şekilde yaklaşarak değil de durumsal olarak yaklaşıp farklı çözümler getirebilmenin gerçekten de aranan özellikler olmasını anlamak kolaylaşıyor.
Veya şöyle düşünelim pandemiyle birlikte artık hayatımızdan hiç çıkacağını sanmadığımız uzaktan çalışma ve sanal ortamda çalışma gerçekliği var. Hemen herkesin farklı bir yaklaşımı var bu konuda. Kimisi çok memnun kimisi hiç memnun değil. Şirketler açısından ise tabi her iş kolu için şu aşamada geçerli olmayabilir ancak madem uzaktan çalışılacak öyleyse şirketlerin Hindistan’dan birini işe almaları Amerikalı birini işe almalarından çok daha az maliyetli bir şey. İş hayatının bu denli sanallaşmasının beraberinde işe yabancılaşmayı da artırması kuvvetli bir olasılık. Şirketler açısından fiziksel olarak aynı ortamda dahi görmedikleri birini işten çıkarmak sanırım çok daha kolay olacaktır. Bu şartlar altında tek başına evde çalışan ve sosyal bir çalışma ortamından ve sosyal etkileşimden izole bir kişinin hem iyi hissetmesi hem de çalışabilmesi için bu yeni duruma uygun özelliklerin olması gerekiyor.
Bu noktada aklıma şöyle bir soru geliyor. Amerika gibi ülkeler de dahil olmak üzere birçok ülkede eğitim sistemlerinin durumu hiç de parlak değil. Buna ek olarak bir de yetişmiş olan halihazırda çalışan büyük bir kitle var. Bu kişiler çok hızlı değişen bu döneme nasıl ayak uydurabilirler?
Bence bu kolay cevaplanabilecek bir soru değil. Yaklaşımlardan biri yaşam boyu öğrenme yaklaşımı. Yaşam boyu öğrenme, yaş, mekân, zaman ve eğitim düzeyinden bağımsız olarak yetenek bilgi ve becerilerin neredeyse doğumdan ölüme dek geliştirilmesi gibi düşünülebilir. Kulağa hoş gelen bir tanım olmakla beraber çok uzağa gitmeden Türkiye üzerinden bile düşünecek olduğumuzda sınav odaklı bir eğitim sistemi ve diploma dağıtmak üzere kurulu bir üniversite eğitim süreciyle bunun ne kadar kaliteli olabileceği bence büyük bir soru işareti. Bir başka yaklaşımın ilk örneklerinden biri ise Amerika’daki Lambda School gibi örnekler. Bu okul en çok çalışan aranan teknoloji dallarında ücretsiz bir eğitim veriyor ve sonrasında mezun olan kişi yıllık 50.000 dolar ve üstünde bir gelire ulaştığında gelirinin %17’sini 24 ay boyunca okula geri ödüyor. Amerika gibi toplam öğrenci borcunun 1,5 trilyon doları geçtiği ve ortalama öğrenci borcunun da 35bin doları bulduğu bir ülkede farklı bir alternatif. Ne kadar işe yarayacağını anlamak için bence biraz daha zaman ihtiyaç var. Öte yandan yaşam boyu öğrenmenin bir hobi uğraşı değil iş sahibi olabilmek adına bir zorunluluk olması durumundan bahsediyoruz aslında. Bu noktada çalışanlarda olması beklenen özelliklere sahip olmayan, bu değişiklikleri yapamayan, yeni beklentilere uyum sağlayamayan kitlelere ne olacağı gibi çok büyük bir soru var. Bu konuda da belki evrensel temel gelir gibi çözümler söz konusu olabilir.
Bu noktada bence gündeme gelen bir başka soru da aslında tecrübeyle ilgili. Bu anlamda iki uç olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarafta 20’li yaşlarda büyük başarılar elde etmiş gençleri örnek göstererek tecrübeye verilen değerin abartıldığını ve bunun statükocu bir yaklaşım olduğunu söyleyen bir grup var ki iş ilanlarına baktığımızda sıklıkla neredeyse imkansıza yakın istekler görüyoruz bu anlamda. Aranan kişi örneğin belli bir yaşı aşmamış olacak ama çok spesifik bir alanda da senelerce tecrübesi olacak diye bir sürü ilan var mesela. Veya tecrübe eksikliği önerilen düşük ücretin bir bahanesi olarak kullanılıyor. Zıt kutupta ise tecrübelerine yeterince değer verilmediğini hisseden ve haksızlığa uğradığını düşünen ve gelecekten endişe duyan büyük bir başka grup var. Bence burada da sistemin insanları maruz bıraktığı bir durum var. Tecrübe ve dolaylı olarak uzmanlık emek ve zaman isteyen bir süreç ve birçok durumda geçmiş yaşanmışlıklardan dersler çıkararak daha iyi kararlar almaya da yol açtığını düşünüyorum. Ancak tecrübenin dezavantajları arasında ise alışkanlıklardan gelen bir çeşit körlük, yeniliklere açık olmamak gibi özellikler de elbette söylenebilir. Belki bu noktada daha iyi bir çözüm yapay kısıtlamalarla tanımlar yapmaktan kaçınmak ve takımları farklı özelliklerdeki kişilerden oluşturmak olabilir. Bu anlamda homojen olmayan grupların daha iyi sonuçlar verdiğini gösteren birçok araştırma var.
Tüm bunları konuşurken bu arada çok basit gibi görünen ama bence çok temel bir başka problem aklıma geliyor. Eğer bireylerin bu şekilde kendilerini devamlı geliştirmeleri veya dönüştürmeleri gerekiyorsa en temelde İngilizce konusunun çözülmesi gerek sanırım. Belki neden İngilizce olsun ki kendi dilimizde okuyup düşünelim gibi karşıt bir görüş akla gelebilir. Maalesef buna cevabım varsa okuyalım şeklinde olacak. Çünkü özellikle yakın gelecekte dünyamızı değiştirmesi beklenen alanlarda kaynakların çok büyük çoğunluğu İngilizce. Hatta şöyle bir veriye rastladım. Dünyadaki web sitelerinin %61’inin dili İngilizce’ymiş. Dolayısıyla herhangi bir konuda araştırma yapmaya kalktığınızda eğer İngilizce’de yeterli değilseniz çok daha dar bir alanda ve çeşitlilikten yoksun kalmış oluyorsunuz. Çeşitlilik demişken konu ister İngilizce öğrenmek olsun isterse de yapay zekâ gibi daha kompleks bir konu olsun doğru kaynak seçimi sorunu gibi bir sorunumuz var. Burada çok boyutlu bir mesele olduğunu düşünüyorum. Bir yandan çok kaynak olması doğru kaynaklara ulaşmayı zorlaştırırken bir yandan da hemen her şeyin çok hızlı üretilip tüketildiği ve derinlikten yoksun yüzeysel çok fazla içerik olması gibi bir durum var. Belki de herhangi bir konudaki değerlendirme yorumlarının ve yıldızların sayısının bu denli artması ve önem kazanmasını da bu konuyla ilişkilendirebiliriz.

Evet hiyerarşik bir sıralamayla dizilmiş statik yapıya sahip CV’lerin geçerliliğini yitirdiği, iyi bir okuldan mezun olmanın iyi bir işe girmeye yetmediği, iyi bir işe girmenin de o işte devam etmenin bir garantisinin olmadığı bir dönemdeyiz. Bir anlamda fütürist ve filozof Alvin Toffler’ın çerçevesini çizdiği gibi 21.yy’ın okuma yazma bilmeyenleri öğrenemeyenler, öğrendiklerini unutamayanlar ve yeniden öğrenemeyenler olacak öngörüsünün içinde yaşıyoruz.
O halde herkese iyi okumalar, düşünmeler, öğrenmeler ve öğrendiklerini unutmalar diliyorum.
Umarım dinlerken keyif aldığınız bir yayın olmuştur. Baskaben podcast’i twitter’da takip edip yorumlarınızı bırakabilirsiniz.
Herkese selamlar, bir sonraki yayında görüşmek üzere!
Comments