Amatörler - Profesyoneller veya Sıradanlar - Fark Yaratanlar
- Berhan Bayraktaroğlu
- Mar 7, 2021
- 7 min read
Updated: Apr 4, 2021
İnsanlar hayata eşit başlamıyor ve kimileri birçok şeyi başarırken çoğumuz ise çok daha azıyla yetiniyoruz. Bunun elbette birçok farklı nedeni olabilir ancak bence önemli bir sebep hayata karşı nasıl bir tutum takındığımız. Bu bölümde fark yaratanları sıradanlardan ayıran bazı yaklaşımlardan bahsettim.

İyi bir podcast dinleyicisi olduğumu düşünüyorum ve özellikle şehirlerde bir yerden bir başka yere giderken podcast’ler sayesinde daha iyi zaman geçirdiğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla hem bunun bir parçası olmak ve hem de ekosisteme bir katkım olması düşüncesiyle bir podcast tüketicisinden üreticisi haline geçmeyi de bir süredir istiyordum.
İlk bölümde twitter’dan takipçisi olduğum ve Pazar günleri newsletter’larını aldığım Shane Perrish isimli eski bir siber güvenlik uzmanının bir paylaşımından yola çıkarak amatörler ve profesyoneller arasındaki farklardan bahsetmek istiyorum. Aslında bunu sıradanlar ve fark yaratanlar arasındaki farklar olarak da düşünebiliriz bence. Şehir hayatı ve küreselleşmeyle birlikte giderek aynılaşan bireyler olduğumuz sanırım bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bir çoklarımız içinse sıradan olmak, vasat bir performans göstermek bir yetersizlik hatta bir korku. Öte yandan biliyoruz ki insanlar hayata eşit başlamıyor ve kimileri birçok şeyi başarırken çoğumuz ise çok daha azıyla yetiniyoruz. Bunun elbette birçok farklı nedeni olabilir ancak bence önemli bir sebep hayata karşı nasıl bir tutum takındığımız.
Shane, birçok madde sıralamış, sanırım yaklaşık 25 madde var bu farklarla ilgili ve bence birçoğu gerçekten çarpıcı. Okurken ben kendi adıma hangi maddelerde kendimin nasıl davrandığını da düşündüm. Şimdi bunların birkaç tanesinin üzerinde durmak istiyorum.
İngilizce yazılmış olduğu için biraz Türkçe’ye uyarlayarak çevirirsek ilk madde şöyle başlıyor diyebiliriz. “Amatörler bir şey başardıklarında bununla yetinirler. Profesyoneller ise bu ilk başarıların sadece bir başlangıç olduğunu bilirler.” Ne kadar doğru değil mi? Sanırım hepimizin hayatında bununla ilgili birçok örnek vardır. Asında iyi yaptığımız iyi başladığımız bir şeyin devamını getirememek. Sadece ilk başarıyla yetinmek. Sonra aradan biraz zaman geçtikçe o ilk başarı hatırlanıp aslında iyi bir şey yapmıştım diye hatırlanacak bir anıya dönüşür genelde hatta.
Kısa Vade Uzun Vade
Bir başka madde şöyle demiş. “Amatörler kısa vadeye profesyoneller ise uzun vadeye odaklanır.” Benim yine katıldığım bir madde bu. Bu maddeyle ilgili hatta aklıma gelen birkaç örnek de var. Mesela Bill Gates’in sevdiğim bir sözü var. Şöyle diyor. “İnsanların çoğu bir senede yapabileceklerinden çok daha fazlasını başarabileceklerini düşünürken 10 senede ise başarabileceklerinin çok daha azını yapabileceğini düşünür” Bu sözün ne anlama geldiğini ben özellikle İngiltere’de olduğum dönemde hem kendi yaşadıklarımdan hem de çevremdeki arkadaşlarımın yaşadıklarından gözlemleyince daha iyi idrak ettim. Başka bir ülkede bir iş kurmaya çalışırken bir yandan da bu yeni ortama alışmaya çalışıyorsunuz ve tüm bunlar için bir zaman gerekiyor ve yola ilk çıkarken belki ilk bir senede başarmayı hedefledikleriniz muhtemelen olmayacak ve belki ancak üçüncü senede gerçekleşecek bunlar ama öte yandan belki de 5. senede ise asla hayal etmediğiniz bir noktaya varmış olacaksınız. Bu da ancak uzun dönemli düşünebilmekte ve buna uygun hazırlıkta olmakta yatıyor. Uzun dönemli düşünmeyle ilgili başka bir şey daha aklıma geldi. Geçmişte Amazon firmasıyla bazı iş görüşmeleri yapmıştım ve bu görüşmelere hazırlık olması amacıyla Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un değerleri hakkında da bazı okumalar yapmıştım. Orda karşıma çıkan ilginç bir bilgi olarak Jeff Bezos’un Teksas’ta bir dağın içine büyük bir mekanik saat yaptırdığını öğrendim. Saatin özelliği şu. 10.000 yıl boyunca saatin işlemesi planlanıyor ve yılda bir kez ilerleyecek bu saat ve her bin yılda bir, bir döngüsünü tamamlayıp sanırım ses çıkarıp çalacak zannediyorum. Biraz fazla uzun vade gibi geliyor kulağa sanırım ama Bezos’un Blue Origin isimli bir uzay seyahati firması olduğunu gerçi Elon Musk’un popülerliğinden dolayı biraz geri planda kalmış gibi bugünlerde ama ilerleyen yıllarda adını sıkça duyarız muhtemelen ve kâinat düzeyinde baktığımızda bin yılların dahi çok kısa süreler olduğunu hatırlamakta fayda var bence.

Peki bir başka maddeye geçelim. Şöyle demiş. “Amatörler heyetlerle karar alırlar ve böylece işler yanlış gittiğinde kimse sorumlu olmaz. Profesyoneller ise bireyler olarak karar alıp sorumluluğu kabul ederler.” Beni biraz gülümseten bir madde bu çünkü iş hayatında sık sık bu gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Buna örnek olarak mesela sık sık karşılaştığım bir şey benim edilgen cümleler kullanmaktır. Karar alındı, bir şeyler yapılması istendi… gibi. Sanki bu kararlar kendiliğinden alındı ve kimse karar vermedi aslında. Karar orada öyle duruyordu ve biz o kararı aldık gibi. Bunun sebebi elbette olası ters giden bir durumda sorumluluk sahibi olmak istememek. Bunu yaratan da elbette ki risk alma kültürünü geliştirmeyen, hata yapanı cezalandıran bir kültür olması. Böyle olunca elbette ki kişiler de elini taşın altına koymaktan çekiniyor ve sıradanlık, vasatlık kültürü içinde buluyoruz kendimizi. Sorumluluk alma konusunda geçen günlerde okuduğum Lübnanlı yazar Nassim Taleb’in Taşın Altındaki El kitabı da bu konuya epey de sivri göndermeler yapan bir kitaptı. Nassem Taleb felsefesini üzerine de belki başka bir yayın yapabiliriz.
Bir başka maddeye geçelim. Şöyle demiş. “Amatörler görmek istediklerinin gerçek olduğunu düşünürler, profesyoneller ise doğru olanın gerçek olduğunu bilirler.” Biraz düşündürücü bir madde. Biraz kabullenmeyle ilgili tarafları var bence. Ancak bu var olanı kabullenip onu değiştirmek istememe anlamında bir kabullenme değil. Daha çok objektif bir şekilde bakabilmekle ilgili. Bir şeyin mevcut halini beğenmiyorsak ve değiştirmek istiyorsak öncelikle ona objektif bir şekilde bakabilmek ve gerçeği olduğu gibi kabul etmek gerekecektir. Kendi taraflı görüşümüzden sıyrılmak gerekecektir. Güncel bir örnek olarak korona virüs salgınını verebiliriz diye düşünüyorum ben. Meşhur İsviçreli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross’un öne sürdüğü bir skalayı hepimiz duymuşuzdur. İnkâr-Öfke-Pazarlık-Depresyon ve sonunda kabullenme skalasından bahsediyorum. Başta “Bu virüs bizi etkilemez. Gibi başlanan bir süreç yani gerçekleri olduğu gibi görmek değil de görmek istediğimiz gibi görmek noktası sonra bunun öyle yapınca ortadan kaybolmamasının getirmiş olduğu öfke. Alışmış olduğum hayatım değişiyor çünkü. Sonra bir çeşit pazarlık aşaması. Biraz sosyal mesafeye uyalım bakalım kısa sürede geçer nasıl olsa gibi bir aşama. Öyle de olmayınca üzüntü ve depresyon aşaması. Ne zaman bitecek bilmiyorum, belki de hiç bitmeyecek gibi düşünceler ve ancak sonunda kabullenme aşamasına geliyoruz ve ancak bu noktada daha güçlü hissediyoruz aslında. Kabullenme ile kontrolü ele geçirdiğimizi düşünüyoruz. Ellerimi sık sık yıkayabilirim. Sosyal mesafe uygulayabilirim. Sanal ortamda nasıl çalışacağımı öğrenebilirim.

Bir başka maddeyle devam edelim. “Amatörler zayıflıklarını tespit edip onları iyileştirmeye odaklanırken, profesyoneller ise güçlü yanlarına odaklanır ve zayıf oldukları alanlarda güçlü olan kişileri bulurlar.” Yine tartışmalı bir konu. Özellikle de ne istersen başarırsın yeter ki iste tarzı yönlendirmelerin bu kadar baskın olduğu bir ortamda zayıf yönlerini geliştirmektense güçlü yanlarına odaklanmayı seçmek kolay bir tercih değil. Üstelik zannediyorum kendimizde bir şeyi geliştirmek istesek muhtemelen zayıf olduğumuz bir özelliğimizi seçeriz. Ancak bunun aksini gösteren birçok çalışmalar var. Yani güçlü olduğunuz alanlara odaklanıp bunları geliştirmenin daha verimli bir yol olduğunu söylüyor bu araştırmalar. Benim kişisel görüşüm ise ikisinin arasında. Yani hem zayıf hem de güçlü yönlerin aslında geliştirilebileceğini düşünüyorum. Hangisinin daha verimli olduğu ise biraz da durumsal bir konu bence. Örneğin diyelim ki iyi bir metin yazarısınız ve kaliteli yazılar ortaya çıkarabiliyorsunuz. Bu durumda SEO öğrenmek, iyi bir blog için gerekenleri öğrenmek oldukça verimli bir yol olabilir ama başka bir durumda ise mesela diyelim ki Çin’de bir iş yapacaksınız gidip sıfırdan Çince öğrenmektense siz esas işinize odaklanırken bu işi bir başkasına bırakmak çok daha verimli olacaktır. Bu konuda aklıma gelen bir başka nokta da aslında güçlü yönleri tespit etmenin zorluğu. Zayıf yönler çok daha açık ortaya çıkar. Mesela topluluk önünde konuşma yapmanız istendiğinde strese girip endişeleniyorsanız bu alanda gelişime açık yönleriniz olduğunu zaten hemen fark edersiniz. Ancak güçlü yönlerinizin farkına varmak bu kadar kolay değildir. Bunun için bir yöntem size oldukça kolay gelen ve pek bir zorluk yaşamadan yaptığınız bir işin başkalarınca beklediğinizden fazla değer görmesi örneğin bir işaret olabilir. Bunun gibi işaretleri yakalayıp sonra da bu güçlü yönleri geliştirmeye odaklanmak pek çok zaman daha iyi bir yol gibi görünüyor. Belki de dedikleri gibi “eğer bir şeyde iyiyseniz bunu herkese söylersiniz ama bir şeyde çok iyiyseniz bunu onlar size söyler.”
Bir başka madde şans faktörüyle ilgili. Şöyle demiş: “Amatörler iyi sonuçların kendi dehalarının sonucu olduğunu düşünürler, profesyoneller ise iyi sonuçların ne zaman şanstan dolayı olduğunu bilirler.” Bu konuda iki uç var gibi geliyor bana. Bir tarafta eğer ortada bir başarı varsa bunun kesinlikle o kişinin çalışkanlığına, becerisine, zekasına bağlı olduğunu düşünenler gibi. Karşıt tarafta ise tam tersine bir başarıyı tamamen şansa bağlayan insanlar var. Bu grup olaylara daha çok onun yerinde kim olsa aynı sonuç alınırdı gibi yaklaşıyor. Bu gruptakilerin sayısı da yani olayı kişisel beceriden çıkarıp tamamen şans faktörüne bağlayan insanların sayısı da hiç az değil bence. Bu konu aslında bir anlamda davranışsal ekonomi ve psikolojiyle de yakından alakalı ve son yıllarda bu alanda güzel kitaplar da yazılıyor. Benim aklıma Malcom Gladwell’in Blink kitabından bir örnek geliyor mesela. Orada geçen bir Amerikan başkanlık öyküsü vardı. 1920’li yıllarda 29. Amerika Birleşik Devletleri başkanı olan Warren Harding’in öyküsünü anlatıyordu ve bu kişinin uzun boylu ve yakışıklı olmasının nasıl kendisini diğer adayların önüne geçirdiğinden bahsediyordu. Yani aslında bir yöneticilik vasfı veya bilgisiyle değil de insanların bir liderde görmek istedikleri özelliklere sahip olmanın ki bunlar uzun boy olabilir, çene yapısı olabilir kişiyi nasıl diğer rakiplerinin önüne geçirdiğini anlatıyordu. Doğuştan gelen bir şans faktörü bir anlamda. Malcom Gladwell’in benzer araştırmalarına Outliers kitabında da rastlayabilirsiniz. Orada da yılın ilk aylarında doğmuş olanların diğerlerine nazaran bazı konularda nasıl avantajlı olduklarından söz edilen kısımlar vardı. Scientific American’da rastladığım bir başka makalede de acaba toplumdaki en başarılı kişiler aslında en şanslı kişiler mi sorusunun peşine düşülmüş ve bunun için bir simülasyon yapılmış. Simülasyonda çeşitli beceri puanlarına sahip sanal kişilerin başlarına rastgele şanslı yada şanssız olaylar getirilmiş ve sonuçta en başarılı kişiler ortalamanın biraz üzerinde bir beceriye sahip ancak daha sık şanslı olaylara denk gelen kişiler olarak çıkmış. Yani en becerikli kişiler en başarılı olarak çıkmamış ancak öte yandan en yeteneksizler de en başarılı olarak çıkmamış. Dolayısıyla şans faktörünü anlamak da fark yaratanlarla sıradanlar arasındaki önemli bir ayrım.
Son olarak da şu maddeye bir bakalım “Amatörler haklı olmaya odaklanırlar, profesyoneller ise en iyi sonucu almaya.” Üzerine düşünmeye değer bir madde bence. Neden bu kadar başkalarınca haklı görülmek istiyoruz? Kimi zaman hatta, en iyi sonucu başka türlü almak varken ben sana demiştim demek ağır bastığı için yanlışta ısrar edildiği dahi oluyor. Sanırım büyük olasılıkla yanlış yapmak korkusundan kaynaklı bir durum bu. Egonun zarar göreceği gibi bir yaklaşım. Ve aslında özgün kararlar almamızın önünde bir engel. Çünkü kararlarımızı başkalarının onayına muhtaç hale getiriyor. Başkaları tarafından haklı ve doğru olduğunun teyidini bekler hale geliyoruz. Oysa yanlış kararlar alabileceğimi kabul etmek ve kimin haklı olduğundan çok neyin doğru olduğuna odaklanmak pekâlâ mümkün. Şahsen ben başka fikirlere açık böyle bir liderliğin çok daha etkili olacağını düşünüyorum. Diğer türlüsünün çok daha kırılgan olduğu düşüncesindeyim ve bu konuda son sözü de Elon Musk’a bırakalım. Şöyle demiş Musk “Bir girişimci olarak yaklaşımınız şöyle olmalı. Hatalı olduğunuzu kabul edin ve hedefiniz daha az hatalı olmak olsun”
Evet böylelikle başkaben podcast’in ilk yayınını tamamlamış olduk. Dilerim dinlerken keyif aldığınız bir yayın olmuştur. Baskaben podcast’i twitter’da takip edip yorumlarınızı bırakabilirsiniz.
Herkese selamlar, bir sonraki yayında görüşmek üzere.
Comments